Rektör Seçimi
İstanbul Üniversitesi’nde yapılan seçimde en yüksek oy alan adayı değil, ikinci sıradaki aday Rektör olarak atanınca olay oldu. Daha önceki seçimlerde okunan ‘demokrasiye saygı’ masalı yeniden okunmaya başlandı
Nedense seçimin olduğu her yerde demokrasi var zannediyoruz. Halbuki öyle değil. Demokrasilerde vatandaşlar kendileri hakkında karar alma yetkisini seçimle, aralarından birine devrederler. Yapılan seçimlerde potansiyel yöneticinin kararlarından etkilenecek her yetişkin vatandaş oy kullanma hakkına sahiptir. Daha fazla oy almak isteyen aday toplumun mümkün olduğunu geniş bir kesimini memnun etmek zorundadır. Rektörlük seçimlerinde ise küçük bir azınlık oy verebilir. Bu yüzden rektörler sadece bu azınlığı memnun etmeyi hedeflerler.
Örneğin, İstanbul Üniversitesi’nin nüfusu öğrencisi, öğretim üyesi, yardımcıları ve idari personeli ile yaklaşık 70 bin. Yani seçilecek rektörün verdiği kararlar 70 bin kişinin hayatını etkileyecek. Ancak oy kullanma hakkına, sadece, toplam içindeki payı yüzde 5’i bile bulmayan, öğretim üyeleri sahipler. Bu yüzden, basına yansıdığı kadarıyla, rektör adaylarının politikacıları aratmayan seçim vaatleri sadece öğretim üyelerine yönelik. Her biri nasıl öğretim üyelerinin maddi imkanlarını arttıracaklarına dair vaatlerini sıralıyorlar.
Dolayısıyla, seçimle başa gelenin üniversiteyi en iyi yönetecek değil, öğretim üyelerine en fazla vaatte bulunan kişi olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Öğrenciler mi? Onlar da kim?
2 Yorum
öğrencilerin oy kullanmasından önce, yapılması gereken daha önemli bişey var bence. seçimlerle “seçilen” adaylar yök’e gidiyor, orada tekrar bir sıralama yapılıyor ve cumhurbaşkanına içlerinden birini “seçmesi” için gönderiliyor. ee nerde kaldı ilk seçimlerin değeri? sırf ön eleme olsun diye mi yapılıyor bunca şey?
neresinden tutsanız elinizde kalacak bir sistem bu.
Mümtaz’Er Türköne’nin bir yazısı var bu konuyla ilgili seçim şöyle olmalı diyor: ” ‘Aktarılabilir oy sistemi’, her seçmenin aynı anda birden fazla tercihte bulunabildiği bir sistem. İlk tercih, çok az oy alırsa eleniyor ve ikinci tercihler devreye giriyor. En az tercih alan adaylar elenerek, o oyların yerine ikinci veya üçüncü tercihler devreye sokuluyor ve sonuca gidiliyor. İstanbul Üniversitesi örneğinde, 2500 oy’dan sıralamaya giremeyen 7 adayın oylarının ikinci ve üçüncü tercihlere göre yeniden dağıtıldığını düşünün. Bu seçim sisteminin en önemli sonucu, % 20 ile en çok oy alan, ama % 80’in de hiç istemediği kişinin seçilmesini engellemek. Daha da önemlisi, adayların kendisine oy vermeyeceğini bildikleri seçmenlerin ikinci veya üçüncü tercihleri olabilmek için gayret göstermeleri. Bu durum seçim rekabetini yumuşatıyor. Adayları rakipleri karşısında daha yapıcı olmaya zorluyor. Üniversiteye yakışan da bu değil mi?
İstanbul Üniversitesi rektörü, birbirine yakın oy alan adaylardan biri olacak. Mevcut sistem içinde, Türkiye’nin bu en eski ve köklü üniversitesinde akademik nezaketin bilimsel özerkliğin ve asgarî aklı başında bir yönetimin egemen olması, yeni rektörün tiran yetkilerine direnmesine bağlı. İktidarın iğva eden cazibesine direnebilenler ise her zaman çok nadir çıkıyor.