Eğitim ve sağlık herkesin en temel hakları. Türkiye’de mevcut eğitim ve sağlık sistemi büyük ölçüde kamunun egemenliğinde. Bu hizmetlerin büyük kısmı hem devlet tarafından üretiliyor hem de devlet tarafından finanse ediliyor. Maalesef bu hizmetlerin çoğundan yararlananlar memnun değil. Hastahaneler hastaların kuyruklarda süründüğü (hatta bazen öldüğü) bir işkencehane. Okullar ise hepten berbat. Orta okullarda ve liselerde öğrenciler 50-60 kişilik sınıflarda eğitim görüyorlar. Ders araç ve gereçleri yetersiz. Öğretim kadrolarının nitelikleri zayıf. Üniversiteler de benzer şekilde. Türkiye’nin bilime katkısı fakirlik sınırında sürünen bazı Asya ve Afrika ülkelerinin bile gerisinde. Hal bu iken, bu alanlarda yapılmak istenen her türlü iyileştirme çabası mevcut sistemin içindeki bu sistemden nasiplenenler ve sistemin dışındaki değişimden korkanlar tarafından engelleniyor. Eğitim ve sağlık politikası sloganlara mahkum kalıyor.
Bu yazıda bu konudaki çok dile getirilen fakat çok da haklı olmayan bazı sloganları ele alacağım. Bunların ne derece doğru olduklarını sorgulayacağım. Eğitim ve sağlık sisteminde durum ve sorunlar birbirine çok yakın olduğu için ikisini ayrı ayrı ele almadım. Yazı daha çok eğitim ağırlıklı ama yazıdaki her okul yerine hastahane, öğrenci yerine hasta, öğretmen yerine doktor koyarsanız. Yazı kolaylıkla bir sağlık yazısı olabilir.
Devamı »
03 Mayıs 2006 tarihli Zaman gazetesinin ‘Yorumlar’ köşesinde ‘Piyasadan Geçinmek Üzerine’ başlıklı, piyasa mekanizmasını eleştirmek adına bireysel tercihleri hiçe sayan, aşağılayan bir yazı yayınlandı. Eğer bugünlerde biri bana ‘neden piyasa ekonomisini savunuyorsun?’ diye sorsaydı, ona bu yazıyı gösterip, ‘kendimi bu tip düşüncelerden korumak için’ derdim.
Yazının müellifi Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün’ü tanımam, o yüzden bu yazıyı şahsına ilişkin bir değerlendirme olarak düşünemeyeceğini ümit ediyorum. Ama kendisi de takdir edecektir ki gazeteye yazı yazmak, okulda ders anlatmaya benzemez. Okulda ders anlatmak (hele bir devlet üniversitesindeyseniz) kaynakları idari tahsisat mekanizması ile dağıtmaya benzer. En azından kendi dersinizde, öğrencilerinizin ne öğreneceğine siz karar verirsiniz. Sizden başka fikirlerin sınıfa girme ihtimali pek yoktur. Öğrencilerden sizin pek tasvip etmediğiniz fikirler çıkarsa onları azarlayıp yerine oturtabilirsiniz (internette yayınlanan Ekşi Sözlükte öğrenciler derslerinden çok hoşnut olmakla birlikte, Süleyman Hoca’nın bu özelliğinden yakınıyorlar). Gazeteye yazı yazdığınızda ise piyasaya çıkmışsınız demektir -ki bu cesaret ister. Bu durumda rakip fikirlerin de sizin fikrinizin karşısına dikilip sizinle rekabet edeceğini kabul edersiniz. Rekabet eden fikirlerden de okuyucular beğendiklerini seçip alırlar. Kimse onları herhangi bir fikre inanmaya zorlayamaz. En önemlisi, her okuyucunun fikri kendine göre değerlidir, o yüzden yaptıkları tercihlere saygı duymak gerekir.
Devamı »
Piyasa mekanizmasının erdemi bir ekonomide hangi malların, kimin için, nasıl üretileceğine en basit ve en etkin çözümü getirmesinden kaynaklanır. Arz ve talebe göre inen ya da çıkan fiyatlar ekonomide mal hizmetlerin hangi yönde hareket etmeleri gerektiğinin temel belirleyicisidir. Örneğin bir malın fiyatı arttığında o malın üreticileri daha fazla kar etmeye başladıkları için o malın üretimini arttırırlar. Ekonomideki kaynaklar o malın üretimine aktarılır. O malın üretimine katkısı olan herkes daha fazla para kazanmaya başlar. O malın tüketicileri de ters yönde hareket ederler. Onlarda pahalılaşan maldan uzaklaşır, onun yerine daha ucuzunu bulmaya çalışırlar. Bu sistemde ekonomideki her birey malın fiyatının belirlenmesine katkıda bulunur ama hiçbiri fiyatları belirleyemez. İşler de tıkır tıkır yürür. Bunun alternatifi fiyatların devlet tarafından belirlenmesidir. Bir ekonomide yüzbinlerce hatta milyonlarca fiyat olduğu düşünülürse bir malın ‘doğru’ fiyatının belirlenmesinin ne kadar zor hatta imkansız olduğunu tahmin edebilirsiniz. Bu nedenle Sosyalist ülkelerde büyük sorunlar yaşanmıştır. Yanlış fiyatlama nedeniyle bazı malların kıtlığı çekilmiştir. Bir mal bazı şehirlerde raflarda müşteri beklerken başka şehirlerde vatandaşlar aynı mal için kuyruğa girmişlerdir. Zaten sonunda sistem iflas etmiştir. Bugün nerdeyse hiçbir ekonomide fiyatların tamamı devlet tarafından belirlenmektedir ama hala hemen her ülkede bazı fiyatlar devlet tarafından belirlenmektedir. Bu alanlar her zaman o ülkedeki en problemli alanlardır. Çünkü politikacılar fiyatları belirlerken sadece ekonomik verileri değil kendi siyasi geleceklerini de düşünürler. Oy verenlere hoş gözükmek için fiyatları düşük belirleme eğilimindedirler. Bir malın fiyatı olması gerekenin altında belirlenirse o malda kıtlık yaşanır Çünkü fiyatı düşük olan malı üretmenin cazibesi azalır ama herkes daha fazla tüketmek ister.
Devamı »
Son günlerde Sağlık Sigorta sistemimizdeki açıklar nedeniyle devletin sağlık harcamalarından yaptığı kısıntılar gündemi meşgul ediyor. Önce devletin sigorta kuruluşları özel sağlık kuruluşlarında yapılan tetkiklere yaptıkları katkı payını düşürdüler. Çünkü sigorta sistemini söğüşlemek için doktorlar hastalarından olur olmaz tetkikler istemekteydiler. Artan harcamaları kontrol altına almak isteyen Sağlık Bakanlığı ödeyeceği tetkiklere bazı kısıtlamalar getirdi. İkinci olarak, SSK 199 ilacı ödeme listesinden çıkardı.
Daha önce de defalarca yazdığım gibi, sağlık sigortası sistemi tüm dünyada ciddi bir sorun. Herkes bu sorunla nasıl başa çıkabileceğini düşünüyor. Bu konuda temelde üç tane sistem olduğunu söylemek yanlış olmaz. Birincisi hem sigorta hem sağlık hizmetinin devlet tarafından verildiği sistem. Bugün Türkiye’de sağlık hizmetlerinin büyük kısmı bu şekilde yürümektedir. (SSK-Devlet Hastanesi gibi) Bu sistemde sağlık hizmetlerinin kalitesi düşük, maliyetleri yüksek olur. İkinci sistemde sigorta devletin elindedir ve sağlık hizmetleri özel sektör tarafından verilir. Bu sistemde hastalar mutlu ama sigorta şirketleri zarardadır. Yakın geçmişte Türkiye’de bu sisteme doğru geçiş başlamıştır ve son günlerde bunun sancıları hissedilmektedir. Üçüncü sistem hem sigorta hizmetinin hem de sağlık hizmetinin özel kesim tarafından verildiği sistemdir. Burada her iki taraf da mutludur ama sağlık sisteminin her iki ayağının da özel kesime bırakılması durumunda çok sayıda kişinin bunu finanse edemeyeceği ve sağlık hizmetlerinden yararlanamayacağı düşünülmektedir.
Devamı »
Refahımızı her zaman cebimizdeki para ile ölçeriz. Cebimizde paramız varsa kendimizi iyi, yoksa kötü hissederiz. İsteyip de alamadığımız bir şey olunca ‘param yok’ deriz. O zaman aklımıza şu soru geliyor: ‘Eğer zenginliğin kriteri para ise, neden sürekli para basmıyoruz? Basalım parayı zenginleşelim.’ Ama çok iyi biliyoruz ki, bu akla uyup, parayı basarsak refahımız artmaz. Sadece eskiden aldığımız kadar malı daha pahalıya alırız. Çünkü zenginliğin kaynağı para değil üretime yaptığımız katkıdır. Ülke olarak ne kadar fazla üretim yaparsak o kadar zenginleşiriz.
Son günlerde yaşanan ekonomik dalgalanma ile dolar kuru 1.7 TL’ye yükselince bazı muhalif siyasetçiler ve baskı grubu liderleri kişi başına milli gelirin 5000 dolar seviyesinden 4300 dolara düştüğünü söyleyerek milletçe fakirleştiğimizi iddia etmeye başladılar. Halbuki bu iddia gerçeği yansıtmıyor. Olayın arkasındaki mantık basitçe şöyle açıklanabilir: 10 kişinin yaşadığı bir ekonomide 10 birim mal üretiliyor olsun. Malın fiyatı da 10 TL ise o ülkenin milli geliri 100 TL dir. Eğer kur da 1$= 1 TL ise milli gelir 100 dolar, kişi başına milli gelir de (100/10) 10 dolara eşittir. Ancak, Dolar kuru 1 TL’den 2 TL’ye çıkarsa üretimde ve yurtiçi fiyatlarda bir değişme olmasa bile milli gelir otomatik olarak 50 dolara, kişi başına milli gelir de 5 dolara düşer. Sonuçta üretim ne artmış ne de azalmıştır. Tek değişen doların fiyatıdır. Bunun da toplam refah üzerinde hiçbir etkisi yoktur. TL dolar karşısında değer kazanırsa (örneğin 1$=0,5 TL olursa) yukarıdaki mekanizma terse işleyecektir. Refahımız yine değişmeyecek ancak kişi başına milli gelir bu defa artacaktır. Taraflar bilerek ya da bilmeyerek bu hesabı kendi lehine kullanmaktadır. Geçmişte hükümet TL değerlendikçe kişi başına gelirimizin dolar bazında arttığı ile övünürken şimdi muhalifler aynı silahı hükümete karşı kullanmaktalar.
Devamı »
Ekonomideki son haftalarda yaşanan dalgalanma yine döviz spekülatörlerine fatura çıkarma seferberliğine dönüştü. Aslında daha önce yaşanan krizlerde de benzer bir eğilim söz konusuydu. Sanırım, bazı kavramları yerine oturtmayı başarabilirsek suçlu aramaktan kurulup ekonomiyi nasıl düze çıkaracağımıza kafa yorabiliriz.
Önce sık sık birbirine karıştırılan üç kavrama değinmemiz gerekiyor: Arbitraj, Spekülasyon ve manipülasyon. Aslında üç işlem de ucuza alıp pahalıya satmayı ve bu satıştan kar elde etmeyi hedefliyor. Tabii aralarında bazı temel farklılıklar var. Bu farkları incelemek spekülatörlere ilişkin yanlış inançlarımızı belki biraz olsun değiştirebilir.
Arbitraj yapanlar bir varlığın farklı yerlerde farklı fiyatlandırılmasından doğan karları elde etmeye çalışırlar. Örneğin, bazı kişilerin düşük modelli otomobilleri ucuz fiyattan büyük şehirlerden alıp bu otomobillerin daha pahalı olduğu Anadolu şehirlerinde sattıklarını duymuşsunuzdur.Ayni işlem uluslararası alanda genellikle döviz üzerine yapılıyor. Bir yabancı parayı ucuz olduğu ülkeden alıp pahalı olduğu ülke piyasasında satıyorsunuz. Sonuç olarak bunda kotu bir şey yok. Hatta, arbitraj nedeniyle fiyatın pahalı olduğu yerde arz artacağı için piyasalarda tek bir fiyatın oluşması gibi olumlu bir etkisi de var arbitrajın.
Devamı »
Bir aydan uzunca bir suredir ekonomide ciddi bir dalgalanma söz konusu. Dünyadaki ve Türkiye’deki son gelişmeler üzerine yabancı yatırımcılar Türkiye’deki paralarını alıp başka ülkelere gidiyorlar. Son 1,5 ay içinde 5.8 milyar dolarlık sermaye çıkışı olmuş. Çıkarken ellerindeki TL’leri dolara çevirdikleri için dolar talebi ve doların fiyatı da yükseliyor. Bu yükselişin uzunca bir süredir başarılı şekilde sürdürülen enflasyon programında sapmalara neden olacağından ve yeniden eski günlere dönmekten korkuyoruz. Bazıları bunun dalgalanmanın ötesinde ciddi bir kriz olduğunu ileri sürüyorlar. Asıl tartışmalı konu kimsenin bu dalgalanmanın ne kadar süreceğini ve ne yönde gelişeceğini kestirememesi.
Bazıları bu dalgalanmadan en az hasarla nasıl kurtulabileceğimize ilişkin kafa yorarken bazıları da dalgalanmanın faturasını kesebileceği birilerini bulma çabası içinde. Kellesi alınmak istenenlerin başında yabancı yatırımcılar geliyor. Bu görüşün temelinde ülkeden sermaye çıkışlarının krizi yarattığı görüşü yatıyor. Ben bu konuda ciddi bir akıl yürütme sorunu olduğunu düşünüyorum. Bir ülkeden sermaye çıkışı ekonomik krizin nedeni değil, sonucudur. Yani ülkede işler kötüye giderse sermaye çıkışı yaşanır, tersi değil. Tabii bu tek neden değildir. Sermaye sahipleri için uluslararası alanda yüzlerce fırsat söz konusudur. Onlar, bu fırsatlardan kendi çıkarlarına en uygun olanını tercih ederler. Eğer başka ülkeler daha iyi teklifler sunuyorsa sermaye alternatif alanlara yönelecektir. Ayrıca son krizden yabancıların 14.6 milyar dolarlık bir kayba uğradığı hesaplanmış. Yani yabancılar bu krizden para kazanmak bir yana zarar etmişler.
Devamı »
İlköğretim kurumlarına kayıtlar 1 Haziranda başladı. Bu yıldan itibaren, geçmiş yıllardan farklı olarak, kayıtlar internet üzerinden yapılacak. Yeni yöntemle internet üzerinden ön kayıt yaptıran her aday kendi bölgesindeki bir okula yönlendirilecek. Yeni sistemde hedef ilkokullara kayıtlar sırasında velilerden alınan zorunlu bağışların engellenmesi. Eski sistemde bazı nispeten iyi devlet okulları velilerden milyarlarla ölçülen bağış adı altında para almaktaydı. Yeni sistemde veli ile okul yönetimi muhatap olmadıkları için kayıtta bağışın oradan kalkacağı düşünülüyor. Peki bağışlar ortadan kalkarsa herşey düzelecek mi? Ben buna olumlu yanıt veremiyorum.
Bazı devlet okulları nispeten daha iyi bir eğitim verdikleri için veliler tarafından tercih edilmekteydi. Bunun karşılığında da okullar ‘bağış’ adı altında velilerden para talep etmekteydiler. Bağışların miktarı okulun başarısına göre değişmekteydi. Aslında burada bağış okulun başarısının ödülüydü. Yanlış olan bunun bağış adı altında alınmasıydı. Halbuki devlet bu işi yasallaştırsa bu iş hallolmuş olacaktı. Çünkü alınan para başarının karşılığıydı. Yoksa sıradan bir okula kim milyarlarca lira bağışta bulunur ki? Geçtiğimiz hafta bir gazetede ilkokulların OKS sınavındaki başarısına ilişkin bir rapor yayınlandı. Bu rapora göre en sınavda en başarılı 50 okul içinde sadece bir tane devlet okulu vardı. Özel okullar sınavda çok daha başarılıydı. Aslında bu sonuç bir sürpriz değil. Ataların dediği gibi ‘marifet iltifata tabidir’. Özel okullar bunu biliyor ama devlet okulları ve bunların destekçileri hala bunun farkına varabilmiş değil.
Devamı »