Ağustos 2005 Arşivi

Para Harcama Özgürlüğü

Belirli hizmetlerin devlet tarafından sağlanması, harcamaların sizin paranızla başkası tarafından yapılması anlamına gelir. Bir gün biri çıkıp size ‘sen paranı harcamasını bilmiyorsun. Parayı sen bana ver. Ben senin adına harcayayım’ dese herhalde en iyi ihtimalle gülüp geçersiniz. Çünkü bilirsiniz ki parayı en iyi onu kazanan harcar. Ancak yıllardır belirli alanlarda devlet bizim paramızı bizim adımıza harcamaktadır.

Bu durum Milli Savunma gibi bir alanda kabul edilebilir. Çünkü benim gibi sıradan bir vatandaşın ülkenin savunması için ne kadar asker gücüne, ne kadar ve ne cins silahlara sahip olacağı bilmesi mümkün değildir. Bu nedenle bu işi benim adıma devletin yerine getirmesi makul karşılanabilir. Ancak hangi hastaneye gideceğime, çocuğumu hangi okula göndereceğime kendim Ankara’daki bürokratlardan çok daha iyi karar verebilirim.
Devamı »

İktisatta rekabet-korumacılık tartışması yüzyıllardır sürüp gitmektedir. Bazıları, toplumları refaha götüren yolun yerli mal ve hizmetleri üretenleri dış ticaret engelleri ile korumaktan geçtiğini düşünürken; aksi görüşü savunanlar korumacılığın toplumsal refahı düşüreceğine, rekabetin ise etkinliği arttırıp hem yerli malları üretenleri hem de toplum refahını daha iyi bir konuma getireceğini iddia ederler. Serbest ticareti savunanlara göre, rekabet ortamı yerli malların üreticilerini sürekli olarak maliyetlerden tasarruf edecek, ürün kalitesini arttıracak yöntemler bulmaya itecektir. Korumacılık ise, dinamizmi ve yenilikleri engelleyecek, zaman içinde rekabet gücünü kaybeden yerli üreticileri daha korkak, daha içine kapanık olmaya itecektir. Bu yüzden yerli üretimi koruyacak olan ‘Korumacılık’ değil ‘Rekabet’ tir. Korumacılık, kaçınılmaz sonu geciktirmekten başka işe yaramayacaktır.

Bu iki yaklaşım arasındaki tartışma yıllardır sürüp gitmektedir. Tarihsel süreçte bazen serbest ticareti savunanların, bazen de korumacılık yanlılarının daha fazla taraftar topladığı görülmektedir. Son yıllarda yaşanan gelişmeler ibreyi serbest ticaret taraftarlarına doğru döndürmüştür. Rekabetin iktisadi refah üzerindeki etkisi konusundaki inancı ne olursa olsun, insanların sosyal-kültürel olaylarda genellikle korumacılığa daha yakın olduğunu söylemek yanlış olmaz. O yüzden son yıllarda ‘Türkçe’mizi koruyalım’ temalı görüşler hemen her kesimden büyük ilgi ve onay almakta. Türkçe’yi koruma taraftarları Türkçe’yi korumak adına çeşitli yasaklamalar, sınırlamalar gündeme getirmektedir. Benzer biçimde bazı Müslümanlar Türkiye’de Hıristiyan grupların propaganda yapmasından rahatsız olmakta, bu faaliyetlerin durdurulması için devletin gerekli önlemleri almasını talep etmektedirler. Acaba İngilizce’nin tüm dünyada artan egemenliğine karşı en iyi önlem İngilizce eğitimin engellenmesi veya benzeri sınırlamalar mı? Hıristiyanların Türkiye’deki faaliyetleri yasaklanırsa hepimiz daha iyi birer Müslüman mı olacağız? Ya da daha genel bir ifade ile kendi kültürümüzü (yerli üretimi) korumanın yolu rakip kültürlerle (mallarla) teması engellemekten mi geçiyor? Benim bu sorulara cevabım ‘hayır’. Aksine, yerli kültürümüzü diğer kültürlerle rekabete açmak onun daha uzun yıllarca ayakta kalmasına yardımcı olacaktır.
Devamı »

Bir vesile ile yukarıdaki sınavlardan birine muhatap olmamış bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı var mı bilmiyorum. Kendimiz, çocuklarıımız ya da yakınlarımızdan biri mutlaka bu sınavların sonuçlarından olumlu ya da olumsuz yönde etkilenmiştir. İş hayatındaki artan rekabete paralel olarak da olumsuz etkilenenlerin sayısı giderek artmaktadır. Artan hayal kırıklıkları beraberinde toplumsal tepkileri getirmektedir.

Geçtiğimiz günlerde hem üniversitelere hem de hem de liselere giriş sınavlarının sonuçları belli oldu. Yine her zamanki gibi sınavlara girenlerin önemli bir çoğunluğu başarılı olamadı. Hemen akabinde bir kısım uzmanlar ya da politikacılar çıkıp sınav sistemini eleştirmeye başladılar. Yapılan en klasik eleştiri insan hayatının 3 saatlik bir sınava başlanmasının yanlışlığıydı. Bu görüşü savunanlar üniversite sayısının arttırılmasını, sınavların kaldırılmasını savunmaktaydı. Lise düzeyinde sınavlara giren çocuklar için yapılan en klasik eleştiri ise ‘o yaştaki çocukların birer yarış atı gibi yetiştirilmesi’ şeklinde dile getiriliyordu. Eleştirilerin ortak noktası sınav sistemine bir alternatif getirememesi; önerilerin ya uygulanmasının mümkün olmaması ya da sonucu değiştirmemesiydi.
Devamı »